Issos Savaşı Kesitleri -2
Issos Savaşı Kesitleri -2
Issos Savaşı Kesitleri -2. Serin ve dingin bir akşamdı; ay o anda ufuktan kıyıya gümüşi bir iz bırakarak denizin içinden yükselmeye başlamıştı. Savaşcı giysilerini çıkarttı, ay ışığında saçlarını çözüp suya girdi. Dalgaların okşadığı bedeni cilalı bir mermer gibi parlıyordu. Denizden esen ılık esintide “Böyle anları yaşamak yalnızca tanrılara tanınmış bir ayrıcalıktır diye fısıldadı. Bu sözler üzerine kampta bir sessizlik yayıldı; doruğundayken bir katilin hançeriyle ölen ulu hükümdarın durumu çadırda bulunanları ürpertti. Beklenen tehlike sınırları inatla aşmış, kapıya dayanmıştı iki büyük bozgun ve tarihin gördüğü bu kudret pamuk ipliği gibi dağılmıştı. SELEVKİOS gözlerini haritadan kaldırdı, Kırk yaşlarındaki askerin şakaklarına kır düşmüştü; güçlü kaslı kolları, usturasıyla biçimlendirdiği belli olan düzgün bir sakalı vardı; görüntüsüyle çömleklerin üstünde ya da duvar kabartmalarında Yunan sanatçılarınca resmedilen kişileri andırıyordu. “Susa’ dan ne haberler var?” diye sordu. “Şimdilik bir haber yok, ama iki aydan önce büyük pers ordularının buraya varmaları olanaksız. Hem arada çok yol var, hem de asker toplamaları zaman alır.” SELEVLOS önündeki haritasını sessizce inceledi, bir elini gür, kıvırcık sakalında gezdirdi, sonra dönüp kırlara bakarak uçsuz bucaksız BABİL topraklarını izledi.
Cephe düzenini bozmadan komutanlarının arkasından giden askerlerin ayakları toprağa değdikçe, müthiş· bir demir ve bronz gürültüsü duyuluyordu ortalık ceset yığınlarıyla kaplıydı ISSOS savaşı bitmişti yunan cephesi kesin zafer kazanmış ortalık kandan çamura batmıştı fakat askerler kendilerini alıkoyamıyor ceset soygunu tutarsızca sürüyordu çoğu yunanistan ve Makedonya kırsalından gelen bu savaşçıları, gördükleri ziynet eşyaları baştan çıkarıyor adeta büyülüyordu. Akşamın cılız ve kararsız ışığında askerlerden biri cesetlerin birinin kolunda yılan biçiminde altın bir bilezik olduğunu fark etti; arkadaşının arkası dönükken onu alıp kendi cebine atmaya niyetlendi. Ama bileziği çıkartmak için eğildiğinde yerdeki bedenlerden biri ansızın doğrulup bir kulağından ötekine, boğazını kesti Asker inlemeye bile fırsat bulamadan yere yığıldı. Silahları arabaya yüklemeye dalmış olan arkadaşı, onun düşüş sesini bile işitmedi. Arkasına baktığı zaman karanlıkta yapayalnız olduğunu anladı ve şaka olsun diye saklandığını sandığı arkadaşına seslenmeye başladı: ” Haydi, çık ortaya, aptallık edeceğine yardım et de, şunları taşıyalım … ” Ne var ki sözlerini bitiremeden, arka daşının boğazını kesen hançer, sapına dek köprücük kemiklerinin arasına saplandı. …
Yunanlı asker, elini hançere uzatarak dizlerinin üzerine çöktü ama onu oradan çıkartamadan, yüzüstü devrildi. İşte o zaman SELEVKOS o ana dek aralarına gizlendiği cesetlerden sıyrılıp titreyen bacaklarının üzerinde durmaya zorlanan ,düşman askerine yöneldi . Son derece güçsüzdü: Ateşten yanıyor, sol baldırından aldığı bir yara yüzünden çok kan kaybediyordu Düsman ile göz göze geldi bu cesareti onu etkilemişti yunanlı askerlerden birinin kemerini çıkartıp kasığının biraz altına bağlayıp sıktı, sonra giysisinden yırttığı bir parçayla kan kaybını azaltmak için yarasını sardı. Bu üstünkörü tedaviyi bitirdikten sonra, persli asker zorlukla sürünerek bir ağacın dibine gitti ve yaslandı kimsenin ona dokunmaya cesareti kalmamış kumandanın onayını cesaretiyle almıştı ve orada sonsuz boşluğa diktiği gözleri ışığını yitirdi. Ordu silahları taşıyan büyük arabalar ve beraberlerindeki hayvanlarla birlikte güneye, Suriye üzerine oradan Mısır topraklarına doğru yola koyuldu.Ana yollara açılan sokaklarda en varlıklı ve gösterişli villalar yer alıyordu; tanrılar için yapılmış tapınakların önü, gelip geçene iyi talih ve nazar muskaları, Apollon’la bakire kız kardeşi Artemis’in resimlerini satan satıcıların tezgahları ile doluydu. Daha sonrada büyük ve son çarpışma şimdiki ırak topraklarında, GAUGAMELLA adında bir ovada gerçekleşecekti.
Sınırları içerisinde şimdiye dek kimsenin aşmaya cesaret edemediği çöller, tepesine hiçbir insanın tırmanamadığı, dorukları aya yaklaşan dağlar vardı Tanrıların ve kullarının gözünde kutsal, yeryüzünün en büyük iki Nehiri Euphrates (Fırat), Tigris (Dicle), Indos’un yanı sıra, sınırlarını kimsenin bilmediği gizemli çöller ve imparatorluğun güney topraklarını sulayan süveyş kanalı ki, büyüleyiciydi. Ordu ISSOS savaşından sonra Suriye üzerine yürümüş General Parmenion DEMASCUS ( ŞAM ) karargahını önceden ele geçirmişti Büyük iskender ve Selavkos kontrolündeki ikinci ordu aynı güzergahtan temkinli şekilde devam ediyordu Yüksek burunlarda, olağanüstü güzellikte vadilerde, dev çöllerin gölgelediği kumsallarda yürürlerken, ufukta dizilmiş olan ve sanki onlara eşlik eden siluetleri seyrediyorlardı. Sonunda duru vadileri tertemiz çakıl taşları kaplı suları gördüler Sonunda avlusu korint başlı mermer sütunlarla çevrelenmiş harika bir kentin önüne geldiler. Mavi ve yaldızlı boyalarla boyanmış duvarlar Pers yöneticilerle olan dostluklarını kanlarıyla ödemiş soylular yaşamıştı. Şimdi burası Olympos Dağı’nın yamaçlarından geniş Asya’nın kıyılarına genç tanrının kenti olacaktı.
Kızgın güneş altında üç hafta yol aldıktan ve pek çok zorluğa katlandıktan sonra Nil’in kıyılarını müjdeleyen kristal çizgiyi gördüklerinde, düşüncelerine ya da anılarına dalmış olan Kral ne yorgunluk, ne de açlık, susuzluk belirtisi gösteriyordu. Arkadaşları onun bu sessizlik arzusuna saygı gösteriyor uçsuz bucaksız çöllerde kendi sonsuzluk duygusu, ölümsüzlük kaygısı, ruhunun tutkularıyla baş başa kalmak isteyişini anlayışla karşılıyorlardı. Sonra çadırına döndü, Amazonlar gibi, keçe bir göğüslükle deri pantolon geçirdi üzerine ordu Levant üzerinden GAZA ve TYRE kuşatması için harekete geçmişti ve yetmezmiş gibi üçüncü gün öyle bir kum fırtınası çıktı ki, insanlar ve hayvanlar için gerçek bir sınava dönüşerek önlerindeki yolu tamamen sildi. Saatler süren büyük işkenceden sonra rüzgar dindiğinde, çevrede bu sınırsız çölün dalgalı ve sonsuz kumlarından başka ayırt edici hiç bir özelliğin kalmadığı görüldü. Artık ne yol, ne de yolu gösteren taş dikitler vardı. Ve artık yürürken kızgın kumlara gömülen adamların yarı çıplak ayaklarıyla bacakları cayır cayır yanmaya başlamıştı. Khiton’ları ve khlamys’le riyle sargılar yaparak bacaklarını dizlerine dek sardılar; çileli yürüyüşlerini böyle sürdürmeye çalıştılar. Dördüncü gün, herkes umutsuzluğa kapılmak üzerey ken adamlarına gerekli enerjiyi ve cesareti veren, en önde askerleri gibi yürüyerek ilerleyen,akşamları birkaç hurmayla yetinerek askerlerinin iyi
beslenmeleri için özen gösteren krallarının varlığı idi.
Devamı güncellenecektir.
Bir Yorum